Years and Years / Bu bir distopya mı?

*yazıyı yazmaya 19 temmuz 2021'de başlamışım, şu an kafamda değişen pek bir şey yok ama belirtmek istedim

Russell T.Davies'in yazdığı, 2019 yapımı bir İngiliz distopya dizisi Years and Years. Her bölümünde daha da tükendiğim, ve toplam 6 bölüm -60'ar dakikadan 6 saat- süren diziyi mal gibi aceleyle tek günde izleyip bitirdim. Ve ruhum çekilmiş gibi şu an.

Değişen dünya, değişen hükümet, ve bu hükümetin başa geçmeye çalışmasından itibaren geçen yıllar, ve bu yıllara şahitlik eden Lyons ailesini izliyoruz dizide. Lyons ailesi, babaanne, 4 kardeş, kardeşlerin eşleri, çocukları derken kabalık, biraz çağdaş dünyaya ayak uydurmaya çalışan, biraz da gelenekçiliğini korumaya çalışan bir İngiliz ailesi. 

İyi bir distopya nasıl kurulur? Black Mirror gibi var olan bir teknolojiyi olabilecek en kötü şekliyle ele alıp abartmak mı gerekir? Savaşlar ve yok oluşu mu seyrettirmesi lazım? Ne bileyim, distopya dediğimiz şey tam olarak kime, neye göre şekillenir? Bu sorulara verecek bir cevabım yok ama bu dizi her ne yaptıysa, bence en doğrusunu yapmış.

Babannemiz Muriel, dünyanın en iyi yazılmış karakterlerinden biri olabilir. Enfesti. Ailesini koruması, yeri gelince gelini için torununu evden kovması, yeri gelince bir diğer torununu sevgilisi için gereken parayı bulmak için evini satılığa çıkarması, torunlarının çocuklarına olan sonsuz sevgisi, 10 numara bir kadındı.


En sevmediğim karakterinse Stephen olması kimseyi şaşırtmaz bence. Gerizekalı tam bir white straight man. Ailesinin batmasına sebep oluyor, sonra batmış aileyi toparlamak için gece gündüz çalışırken bir anda herifi komşunun yatağında buluyoruz. Sonra yaptıklarıysa iyice uyuz. Bunun içten içe homofobik olduğunu da düşünüyorum, öyle bir hava veriyor.


Celeste, Stephen'ın eşi. Çok sağlam bir karakteri var, başına gelen her şeye vereceği bir karşılığı var. Uzunca bir süre, babaannemiz Muriel'le çekişme içinde. Klasik gelin-kaynana çekişmelerini andırmıyor dersem yalan olur, muhafazakar babaanne ve modern gelinler.


Bethany Lyons, Celeste ve Stephen'ın büyük kızı. Başlarda kızı anlamak çok zor oluyor, zaten doğru dürüst görmüyoruz bile; devamlı instagram filtrelerinin arkasında (tam anlamıyla ama) yaşıyor. Teknolojiyle yaşayan bir çocuk, böyle bir çağda doğmuşum, her şey elimin altında, neden kullanmayayım ki diyor. Bu kafa yapısı sorunlu mudur, başına iş açar mı, açarsa ne açar gibi sorular, ve doğal olarak bu kız dizinin en "klasik black mirror" kafasını oluşturuyor. Black Mirror'daki kadar sığ bir şekilde anlatılmıyor tabiki. Bu da amcası Daniel gibi uçlarda yaşamaya çalışan bir karakter; ama enfes bir yolculuğu ve gelişimi var.


Daniel Lyons. Yelken kulak, DW'de oynamış bir adam yine, zaten İngiliz yapımı işler izlerken elbet bir noktada DW'de yer almış çıkıyorlar. Göçmen bürosunda çalışan bir devlet memuru. Kim bilir kaç yıllık partneriyle (soldaki eleman- ki asla casting için çekilmiş bir fotoğrafını bulamadım, Viktor'unki çat diye çıkarken hem de; which hikayenin gidişatıyla alakalı bir ipucu vermeli yani) evlendikten sonra, Ukrayna'yı basan Rus hükümetinden kaçan mültecileri yerleştirirken Viktor'la tanışıyor. Viktor, eşcinsel olduğu için hükümet yakaladığı yerde öldürecek, kaçmaktan başka çaresi yokmuş yani. Aralarında belirgin bir cinsel tansiyon var, epey yükseğinden. Daniel ailedeki en sevmediğim üye olabilir, aynı şekilde hikayesi de çok kilit bir olay olsa bile beni delirttiğinden zerre sevemedim. Beni çok yordu gerçekten. Ralph denyosunun ilk başta televizyondaki siyaset programına yaptığı yorumlar, Daniel'in pis pis bakmaları, sınır tanımamazlığı, aşkı doruklarda yaşayışı, aşk için göze aldığı şeyler, falan da filan da derken gerçekten yordu yani.


Edith Lyons ve yine tanıdık bir yüz :) E ama artık yeter dediğinizi duyar gibiyim ama bu karakteri canlandıran Jessica Hynes'ı da daha önce Doctor Who'da John Smith'in flörtü hemşire Redfern olarak izlemiştim. Ne kadar iyi bir oyuncu olduğundan zaten haberdardım yani, hiç sürpriz olmadı. Ailenin asi, aktivist kızı olan Edith hayatını denizaşırı ülkelerde, iklim için, dünya için çalışarak geçiriyor. Bir nevi yetişkin Greta yani. Yaptığı her yorum verdiği her haber o kadar tanıdık ki, her gün internette, sosyal medyada duyduğumuz şeyler (haberlerde değil tabi, zira bizim ülkemizde haber sırası dünyaya ve dünyanın fiziki dertlerine gelene kadar o kadar çok şey yaşanıyor ki, bunları duyamadan yayın süresi bitiyor) ve biraz da bu yüzden bu kızın anlattıkları beni en çok yıpratanlardan oldu. İnsanlık olarak dünyanın ağzına öyle bir sıçtık ki ölüyoz ölüyoooz..


Rosie Lyons. Kardeşlerin en küçüğü, bekar bir anne. Diziye ikinci oğlunun doğumuyla başlıyoruz zaten; devamında bu küçük çocuğun da değişimi işleniyor, ama epey alttan alttan. Bu arada, şu aşağıya eklediğim minik başlangıç sahneciğini herkesin izlemesi gerektiğini düşünüyorum. İlk izlediğimde resmen korktum, her şey o kadar gerçek ve mümkün ki, hala her izlediğimde tüylerim diken diken oluyor.


Müzikler de bu tüyleri diken diken etmede etkili bu arada. Bu dizinin müziklerini de Murray Gold yapıyor, adam olmasa İngiliz dizi sektörü bitermiş resmen. Aynı Doctor Who için yaptığı besteler gibi, yine tek başına dinlenebilecek ve her dinlendiğinde dizideki o sahneleri tekrar tekrar yaşatacak inanılmaz iyi müzikleri var. Dinlemek için tık.


Vivianne Rook. İsim çok tanıdık geliyordu, sebebini sonradan fark ettim ki, RTD bu ismi daha önce Doctor Who'da kullanmış (galiba 3.sezonun sonundaki master hikayesinde masterın eşiyle röportaj yapmaya gelen gazeteciydi bu ismin sahibi, tamamen sallıyor da olabilirim ama niyeyse öyle gibi geldi). Ayrıca zaten dizide yaşanan çoğu şey, bu karakterin siyasi yolculuğu ve zirveye tırmanışı da dahil, Doctor Who'nun 3. ve 4. sezonlarında işlenmişti. (Minicik bir parantez, yazıyı yayınlamak üzere olduğum 29 eylül 2021'de, RTD'nin 2023 yılında dizinin 60.yılı münasebetiyle Doctor Who'nun başına döneceği duyuruldu. Yeaaani bilemiyorum RTD fangirl'ü olduğumu saklayacak değilim ve tabiki costuğum bir haber oldu ahdahah Böyle hikayeleri DW'de görmeyi aşırı özledim..) 

Karakterle ilgili de şunu söylemem lazım: sen ne yılansın seeeen. RTD'nin tarzında sevdiğim şöyle bir şey var; sonradan açıklarım nasılsa diye soru işaretleri bırakmıyor, eğer sonrası için net bir planı yoksa. Mesela, bu karıyı kimler yönetiyor, neyin peşinde gibi soruların cevapları aslında mantık çerçevesinde düşünüldüğünde var. Kadının ilk bölümdeki halleri inanılmaz ilginçti. Devamlı bir ezilmece, yine de başını dik tutup gururla savunmacalar falan... Kadın gerrrrçek bir siyasetçi ya. 


Sonuçta çok beğendim ben bu diziyi. Bazı şeyleri abarttıkça abartmış, izleyen insanın aklının çıkmaması elde değil. Ama hak ediyoruz yemin ederim. Her gittiği yere metal pipetini taşımaya çalışan, plastik torba kullanmaktan kaçınan, deodorant şişesindeki ürünleri minimum derecede kullanmak için çabalayan, su kullanımını azaltmak için birçok şeyden vazgeçen, atık konusunda da kendi çapımda çabalayan bir insan olarak, elimden gelenin yaptığıma inanıyorum. Ama tabiki yetmiyor, yetemez de; 8 milyar insanın yaşadığı bir dünyada bir tek benim yaptığım hiçbir şey yetmez. Dizinin de zaten anlattığı şey biraz bu, kaldı ki bunu anlatırken açgözlülüğün, gelişimin başımıza ne işler açtığını ve açacağını da anlatıyor, yani tek suçlu mahalleli değil, devletler, şirketler, dünyayı esas kullananlar da suçlu. 

Dizideki siyasi olaylarla ilgili yorumum da... Öf tatava yapmayın ya, göçmen konusuyla ülkece çok iç içeyiz, ve dedim ki, abilerim ablalarım siz daha 10.000 Ukraynalı'ya yer bulamıyorsunuz, bu zavallı Türkiye ne yapsın? Adamların distopya diye koydukları şeyi direkt yaşıyoruz gibi bir durum var zaten.. Bunun dışında da bir şey demeyeceğim çünkü yani daha ne denir.

Bir de tabi (ne yazık ki) çoğu yabancı diziye geldiği gibi bu diziye de gelen "eşcinsellik propogandası yapıyorlar" eleştirileri var, dizi her şeyi çok düz anlattığı için. Kimse çıkıp da Rosie'nin küçük çocuğuna aaaa trans mısın sen demiyor, Beth ben trans olduğuma kadar verdim dediğinde ailesi sadece 'bizim için kolay değil, anlaması da yaşaması da, ama sen bizim çocuğumuzsun ve hayat senin hayatın, ne istiyorsan o olacak' diyor (gerçi sonra SPOILER bu translığın aslında ne anlama geldiği ortaya çıkınca onlar da bir wtf olup asla hayır yapamazsın triplerine giriyorlar, anlayamıyorlar ve anlamak da istemiyorlar çünkü lsdfdlk). E ne olacaktı? Normalinin bu olması lazım zaten? Ne bileyim, kimin kimi siktiği kimseyi ilgilendirmez. Yıl olmuş 2021, hatta 2022 hemen köşede, dünyanın ağzına sıçmışız, her yer savaş, açlık, insanlar ölüyor, hala 3 5 örümcek kafalı diyor ki sevemezsin kardeşim, ben neye karar verirsem onu seveceksin. Yemin ederim bu konuda yazmak bile o kadar gereksiz ki. Bazı muhafazakar ülkeler olarak çoook çok geriden geliyoruz, bakalım 10 sene sonra biz ne durumda olacağız.. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

The Heirs / ALLAH'IMA BİN SÜKÜR BİTTİ / Adeta bir fanfiction...

Liar Game / Japonya

Reply 1994 / Bu diziyi yazanı bir elime geçireyim var ya....................