Dinliyorum

Şu geçtiğimiz bir haftacık süreçte, son iki yıldır hiç dinlemediğim birkaç şarkıya denk geldim. Evet hep zamanın ne kadar hızlı geçtiğinden yakınırdım ama pandemide bu hız beş katına falan çıktı herhalde. Ne olduğunu anlamadan 2020 bitmişti, şimdi bir baktım 2021 de bitmiş. 

Bir şarkıya takınca tam takanlardanım. Taktığım şarkı belki orijinali bile değildir, bu durumda önce cover'a, sonra başka coverlara, sonra orijinale saplanabilirim. Ama şu geçtiğimiz iki yılda neredeyse hiç böyle bir tecrübem olmadı. Müziği yolda dinlerdim, okulda dinlerdim, iş yerinde dinlerdim. İki yıldır da hiç böyle bir ortamda bulunmadım. Kendimle ne zaman baş başa kalsam rahatsız olup radyo dinler gibi podcastler dinledim, incelemeler dinledim, hiç durup kendimi dinlemedim. 

Müzik dinlemek benim için biraz kendimi dinlemek gibi, o yüzden olsa gerek sözlerini anlamadığım şarkıları hep daha bir sevdim. Şarkı ne zaman kafama tamamen kazındı, sözlerini seçebilir oldum, anlaşıldı, o zaman yeni şarkıya takma zamanı. İşte bu sebeplerden gerçekten epey uzun zamandır doğru dürüst müzik dinlemiyordum. Ama işte, yazının başında belirttiğim gibi kendimi şu son bir haftada müzik dinlerken buldum. Birdenbire olmadı tabi, Uzay Zuhal'in şu videosunu dinledim, sonra bu videoya bir yorum bıraktım, sonra yorumumu tekrar gözden geçirirken içimden geldi ve profilime tıkladım, orada da iki yıl kadar önce SMTOWN Superstar'dan kaydedip yüklediğim bir videoya denk geldim. Tüm ayrıntısıyla yazdığım bu süreci takip edebildiyseniz tebrik ediyorum öncelikle. Sonra da devam ediyorum, bu oyunu ne oynardım, bir bakayım şu an ne dönüyor diyerek oyunu tekrar indirdim. Şundan yedi sene önce daha Türkiye pazarında yokken Çin kaynaklı online mağazalardan falan bulup indirdiğim, ve tam olarak takıntılı olduğum bu oyunun, şu anda ne kadar yavaşladığını, arayüzünün ne kadar banalleştiğini görmek beni epey bir üzdü. Ama düşününce zaten iki yıl önce de bu yola girdiği için bırakmıştım yani. Yine de birkaç oyun oynadım, ve f(x) şarkılarına inanamadım.

       

Bir grubun her şarkısı mı muhteşem olur? Müziği domine eden pop, ve bu dünyadaki auto tune basılmış çer çöpü dinlemekten o kadar bıkmışım ki, gerçekten ruhumu temizledi tüm cukka cukka gürültüsüyle. Red Light beni birkaç ay daha götürür herhalde.

Sonra yine tüm düzlüğümle Taemin albümlerine, oradan da genel SHINee serisine düştüm. İki yıldır doğru dürüst şarkı dinlemiyorum derken biraz abarttım galiba, dinlediğim oldu tabi, özellikle ne zaman benimkilerden yeni albüm düşse ezberleyene kadar dinliyordum da, herhalde bu bana o kadar normal ve düz geliyor ki özellikle vakit ayırıp da müzik dinlemek gibi hissettirmiyor. 

Bu noktalarda bir yerde algoritma benim tekrar kpop'a kaydığımı hissetmiş olacak ki karşıma yine kpop içerikleri çıkarmaya başladı. Bu eklediğim video da bana yine dedirtti ki oha Taeyeon bir de tanrıça olsaymışsın. Bunun şu kısacık yazıda kim bilir kaçıncıya tekrarlıyorum ve belki de bu yüzden etkisini yitiriyor ama; her defasında bu kadar güzel işler çıkarmayı nasıl başarıyor? En çok Fine albümünü seviyorum herhalde, bir de, Time Lapse şarkısının kalbimde anlatırsam yine zırlıyorsun bıktık senden etkisi yaratacak anıları var. O yüzden olsa gerek, pek dinleyemiyorum, dinleyince de kalbim sızlıyor.

Bu noktada yıllık şarkı dinleme kotamı doldurduğumu sanıyordum. Sonra algoritma bu defa da iyi kpop dinledin, al biraz da düz pop diyerek 2000ler pop şarkılarına girişti. Onları dinlerken, bir noktada Eurovision'a geri girdim... Ki bu biraz tehlikeli bir yol, ucu inanılmaz yerlere gidebiliyor çünkü. Eskiden işe giderken (hani şu 5 buçuk ay süren iş deneyimimden bahsediyorum) yolda devamlı Heroes dinlerdim. Mans Zelmerlöw'ün sakin sakin oturduğu yerde söylemeye başlaması, saniyeler ilerledikçe ona eşlik eden animasyonla beraber enerjisinin yükselmesi ve bir noktada tempoyla coşması.. Türkiye çekildiğinden beri takip etmiyordum yarışmayı ama bu şarkı ve Non Mi Avete Fanto Niente, sahne performanslarıyla bir arada beynime işlenmişti. Birkaç gün dinlemeden geçse huzursuzlanıyordum, bir nevi sakinleştiriciydi bu ikili benim için. Özellikle Non Mi'yi ne zaman tekrar izleyecek olsam tüylerim diken diken oluyor. Ermal Mete ve Fabrizio Moro'nun karşılıklı kendilerini paralaması içime dokunuyor. Buna eşlik eden, ekrandaki farklı dillerde akan lirikler de aynı görüldükleri gibi, dikenli teller gibi, batıyor. 


Neyse, birkaç saattir bomboş yazıp duruyorum, kafamdakileri filtrelemeden rastgele döküyorum şuraya. Okunacak bir şey de yok, okuyucu da beklemiyorum, bir nevi günlüğüme döndü burası. Olsundu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

The Heirs / ALLAH'IMA BİN SÜKÜR BİTTİ / Adeta bir fanfiction...

Liar Game / Japonya

Reply 1994 / Bu diziyi yazanı bir elime geçireyim var ya....................