Garantici Yönüm ve Doctor Who İçin Çıldırmama Çabalarım (Uzun Bir Doctor Who Dosyası)

 Merhabalar, merhabalar.. 

Doctor Who, daha önce gelip burada defalarca dert yandığım gibi, korkunç bir açmazdaydı. Her bölümde hikayenin daha derinine iniliyor, daha gereksiz ve alakasız detaylar veriliyordu. Benim 13.Doktor ve Chris Chibnall maceramı anlatayım önce (önümüzdeki 15 paragraf bu konu hakkında, üşenmezseniz sayıp geçin ve direkt konuyu okuyun..)

Steven Moffatt döneminde Doctor Who'dan kademe kademe kopmuştum ben. İlk kopuşum, 2011 yılında oldu. Doctor Who'nun 6.sezonunda yani. 5.sezonda hikayeye dahil olan yeni yol arkadaşımız Amy, nişanlısı ve sonradan istemeye istemeye evlendiği kocası Rory, televizyon tarihinin en iyi şaşırtmacalarından ve en büyük gizemlerinden biri olduğunu düşündüğüm River bu sezonlarda Doctor'la beraber başroldeydi. Bu aralarda Moffatt ve Doctor Who'da da kendini çok sık hissettiren ortağı Mark Gatiss aynı zamanda Sherlock'u da yazıyorlardı. Ve bizim dizide Doctor, gitgide çocuklaşıyordu. Evet çocuklaşmak. Bir çocuk dizisi olarak 20.yüzyılda başlayan ve 11.Doctorla tarihinin en genç başrol oyuncusunu eklemiş olan diziden, o dönem çocuksulaştığı için şikayet ediyorum. Saçma, biliyorum, ama bazı şeyler elimde değil. Fantastik evrenleri çok severim, masal dünyalarını da yani. Fakat gelin görün ki her şeyin bir düzeni olması gerektiğini düşünüyorum. En düzensiz, uydurma dünyanın bile hikaye anlatılırken uyulması gereken bazı kuralları olmalı. Ve Moffatt'ın kafasındaki dünyada ne Doctor Who'da, ne Sherlock'ta kural namına hiçbir şey yoktu. Neyse, çok uzattım. Hikayesi diyordum, yoktu demek istiyorum.

5.sezonda "sessizliğin düşmesi" ile ilgili bir sürü uyarı vardı. Zaman çatlağından sızıp dünyamıza gelen herkes Doctor'u sessizlik konusunda uyarıyordu. Sezon boyunca süregelen bu minik hatırlatmalardan sonra Doctor, sezonun sonunda bir yolunu bulup evrendeki bu çatlağı kapıyordu. 

6.sezona Doctor'un ölümüyle başlıyorduk. Doctor, Silencio Gölü'nde sudan yükselen, kimliği belirsiz bir astronot tarafından vurulur, rejenerasyon geçiremeden tekrar vurulunca da, bu defa temelli tahtalı köyü boylar. Neler olduğunu anlayamayan Amy, Rory ve River üçlüsü kafayı yer, ama Doctor'un 200 sene önceki hali gelip de ne var noldu diyince yaşadıkları şeyden asla haberi olmadığını anlarlar ve hiçbir şey söylemeden yolculuklarına gözleri önünde ölen Doctor'un asırlarca daha genç versiyonuyla devam ederler. Sezonun ortasında büyük bir dönüş yaşanır ve River'ın kimliği ifşa olur. Sezon sonundaysa Doctor'un öldüğü güne geri döneriz, ama astronot bu defa Doctor'u vurmak yerine bataryalarını boşaltmanın bir yolunu bulur, ve Doctor'un o sabit noktada ölmemesi düzeni bozduğundan oluşan bir cep evrende tüm evren aynı dakikayı, Doctor'un Silencio Gölü'nde ölmesi gereken anı yaşamaya başlar. Birtakım maceralar ve tuhaflıklar yaşanır, ve Doctor bu durumu çözer. 

Ben işte tam buralarda tükendim. Doctor ölüyor mu, ölsün diye Silence niye aya giderken kullanılacak astronot kostümüne çocuk koyuyor, niye bir noktada yine James Corden'la Siber'lerden kaçılıyor, bu sezonda neler oluyor, Doctor'un ölümü nasıl çözülüyor, madem Doctor zaten ölmüyordu o an niye paradoks yaratıyor, bu sezonda neler oluyor, bu sezonda neler oluyor.. Böyle böyle ilk soğumamı yaşamıştım. Açıkçası bu soru işaretlerinin yanında, yazarın tavrı da beni çok rahatsız ediyordu. Sherlock da izliyordum çünkü, ve Doctor da, Sherlock da, iki dizideki yan karakterler de, herkes o kadar çok şey biliyordu ki! Ve yemin ederim bu bilmişliğin ayakları yere basmıyordu, açıklaması çok zor ve kendimi düzgün ifade edemiyorum pek farkındayım, ama gerçekten, gerçekten hikayenin ayakları yere basmıyordu. Eğer o sırada Sherlock da izliyor olmasaydım belki Moffatt'a da bu kadar bilenmezdim, diziden de bu derece soğumazdım. Ama soğudum, ne yapayım. 2011 yılında hayatı internetten ve dizilerden ibaret olan yeni yetme bir ergendim, o sıralar kin de tutabiliyordum. Ve sanırım garantici yönümün ilk temelleri de o sıralarda atılıyordu. 

7.sezon başladığında hemen iğrenerek bırakmadım bu arada. 6.sezonun sonunda yaşadığım kafa bulanıklığından sonra neler olduğunu belki açıklıyorlardır diye birkaç bölüm daha izledim. Sonra, artık çoktan iğrenmiş de olsam, Pondlar'ın diziden ayrıldıkları hikayede, Angels in Manhattan bölümünde ruhum bedenimi ve diziyi terk etti. Allah'ım sen sabır ver o nasıl bir saçmalıktı...

İşte bu sebeplerle, aslında daha fazla izlemeyi düşünmüyordum. Tabi sonra 7.sezonun sonunda yayınlanacak olan 50.yıl özel bölümünde en sevdiğim Doctor'un, David Tennant'ın canlandırdığı 10'un da yer alacağını öğrendim, ve dedim ki bunu anlamam lazım. Oturdum 7.sezonun kalanını izledim. Favorim kelimesi kelimesine ezbere bildiğim Rings of Akhatan bölümüdür, yok böyle bir oyunculuk.. Clara adındaki yeni yol arkadaşımız sezonun en başından itibaren alakasız anlarda belirip ölüyordu, onun gizemi ve çözümü fena değildi. Ama mesela o çözüm esnasında gelen Whispering Man denen sargı bezi adamlar çok manasızdı. Yine de buralarda zaten diziden hiçbir beklentim kalmadığı için artık iğrenmiyordum bile. 


50.yıl özel bölümü baya eğlenceliydi. Türkiye'de de tüm dünyayla aynı anca CNBC-e'de yayınlanmıştı, ve gerçekten o zamana dek yaşadığım en güzel deneyimlerden biriydi. Hikayesi eh ve meh olmakla beraber çok özlediğim David Tennant'ı tekrar Doctor olarak görmek hem diziye, hem de 11.Doctor'a tekrardan ısınmamı sağlar gibi oldu. "No Sir, all 13 of them!" anında giren Peter Capaldi ve dede kaşları da beni inanılmaz yükseltti, ve dedim ki bu diziye geri döneceğim ya!

Sonra 8.sezon geldi ve.. Çok kısa bize eşlik eden Danny Pink'e aşırı hızlı bir şekilde ısınmıştım, Clara'yla aralarındaki dinamik ağzımda çok hoş bir tat bırakıyordu. Keyfim yerindeydi yani. Sonra tabi yine işler karıştı, büyük büyük olaylar yaşanmaya başladı, öbür tarafa gidindi gelindi, Danny öldü, ölümden döner gibi oldu ama kendi isteğiyle, galiba, dönmedi, Missy geldi gitti, ki o sezonun en keyifli kısmı Missy'nin şımarık tavırlarını izlemekti. 

9.sezonda biraz daha iyi şeyler denendi ve aslında bence verdiği performans açısından Peter'ın en iyi sezonuydu. Çok iyi tekli hikayeler vardı ama birbirlerine bağlandıkları an biraz fazla.. Fazla enteresandı. 

10.sezonunda artık Capaldi de Moffatt da tükenmişti sanırım. Nardul müydü nardol muydu, modern serideki ilk devamlı uzaylı karakterimiz insanın asabını bozuyordu, gerçekten umut vaat eden Bill'se iyi başlayıp sonlara doğru tükenen enerjisiyle beni de tüketmişti. Olsun dedim, Moffatt da gidici işte, bakalım şimdi ne olacak dedim. Dedim de dedim, ve gerçekten dayandım. Capaldi'nin müthiş final bölümleri World Enough and Time, The Doctor Falls, ve Twice Upon a Time'da Doctor şov yaptı ve kendisine doyduk çok şükür.

Sonra 11.sezon geldi.. Sık dişini, kendine gelecek, oturacak, birazcık daha sık, olsun, bir şeyler oluyor işte, zaten bu diziyi ilk izlemeye başladığında episodik ilerleyişinden keyif almamış mıydın, şimdi de izlenir dedim, ama.. Olmadı işte ya, sıfır hikaye, halk otobüsü gibi içi tıklım tıklım dolu ve karanlık, basık bir Tardis, ne olup bittiğinden asla haberi olmayan, kafası devamlı karışık bir Doctor.

13.Doctor olarak seçilen Jodie Whittaker serinini başroldeki ilk resmi "kadın" oyuncusuydu. Kendisini daha önce izlediğim birkaç yer vardı, ve açıkçası fikren heyecanlanmıştım. Ne yalan söyleyeyim, tüm İskoç'luğuyla David Tennant'ın kadın versiyonu gibi düşünmüş olabilirim, aynı enerjiyi beklemiş de olabilirim. Ve sanki zaten, Tennant'ın parodisi gibiydi.. 10.Doctor ne kadar eli ayağı fazla oynayan, hızlı ve akıcı konuşan bir karakterse 13 onun iki katını yapıyordu ama diyalogları o kadar ucuz ve o kadar boş ayrıntılarla doluydu ki, zekice gelmiyordu. David Tennant taklidi yapan Matt Smith'in taklidi gibiydi yani bir nevi, öyle bir sulandırılmışlık. 


13.Doctor döneminin suçlusu Jodie değildi bence, verilen kararlardı. Chibnall'ın klasik takılma inadı, 21.yüzyılda olduğumuzu unutalımcılığı, Doctor'u yine bir "öğretmen" yapma çabası ve tüm bunların akabinde kadının devamlı bize gösterilmeyen hikayeleri nasıl yaşadıklarını anlatması insanın canını sıkıyordu. Madem bu kadar uzun uzun yaşadınız, onları göstersenize? Bütçelerinin olmadığını sanmıyorum, hele ki ilk sezonları olan 11'de. 

12.sezon iyi bir başlangıç yapmıştı aslında, yeni master Sacha Dhwan'ın enerjisini sevmiştim, bir an sanki Tardis ekibi de oturmuş gibi gelmişti, hatta Jodie bile iyi gibiydi, tabi bu hayal 2 3 bölüm falan sürdü, sonrası yine hüsran.. Timeless Child hikayesini beğenmedim, evet tamamen muhafazakar yanım söylüyor bunu, konduramadım, Doctor'u Gallifrey'den kaçmış bir zaman lordu diye izlerken koca ırkın tüm özelliklerini Doctor'dan çalmış olmalarını konduramadım. Bize özellikle modern seride izletilen Zaman Lordları açısından uygunsuz gelmemekle beraber, bunun fazla büyük bir fikir olduğunu düşünüyorum, Doctor'un devamlı rejenerasyon geçirme gücüne sahip ölümsüz bir varlık olması fazla tanrısal, ve bu kadar yenilmez bir karakteri izlemek beni çekmiyor. Ki o sezonları da pek beğenmesem de, 11.Doctor'un benim döngüm bitti diye her şeyden vazgeçmişken zaman lordlarından gelen yeni rejenerasyon döngüsü ve hikayenin bu sayede devam edişi senaryosuna da ters düşüyor. Ne bileyim, böyle büyük değişikliklerden hoşlanmıyorum işte. 

(bu koca zaman lordlarını origini saçmalığı içinde kurtarmak istediğim tek bir şey varsa,
o da Fugitive Doctor olarak rol alan Jo Martin'in Doctor'udur. O nasıl bir karizma ya..)


13.sezonu, inanılmaz büyük bir event olarak geçen Flux'ı yok sayıyorum zaten kusura bakmayın. Chibnall'ın her bölüm yeni karakter ekleyerek hiçbirini düzgün açıklamama huyunda artık işin suyunu çıkardığı sezondu çünkü. 12.sezonda veda eden iki yol arkadaşının yerine Tardis'e yine 3498734987 karakter sokması inanılmazdı. Yeter ya, biraz sakin, biz daha yeni öğrenmişiz Doctor neymiş neciymiş, bize bunu sindirmeye vakit vermiyorsun, yaşananları açıklamıyorsun, onun yerine koymuşsun iki tane tekstil mağdurunu yağmacılar diye, onlar da neymiş Zaman'a hizmet ediyorlarmış. Zamanında Doctor'u yanına alıp da tüm gücünü çalan Tecteun (chibnall'ın ortaya attığı tüm isimler gibi bu ismin de götten uydurmalığı kajshdkh) da Division diye bir ekip kurmuş, hatta Doctor da kendisine zaman lordları tarafından unutturulan hayatında bir parçasıymış ama şu anda kaçak olduğu için ekip tarafından aramıyormuş. Zaman da doğaüstü bir olgu falan değil, bildiğin makyajı her bölüm değişen yağmacılardaki abi karakterinin şeklini alıp dolaşan bir dallama. Ortaya çok büyük şeyler atıyorsun, attığın şeyler çözülecek sorunlar değil çoktan "yaşanmış bitmiş" olgular olduğundan üzerinde açıklama da yapamıyorsun tabi. Ben fantastik bir dizi izlediğimiz bilincindeyim, ama yine de bu dizinin dünyası hakkında ayakları yere basan yorumlar yapabilmeyi istiyorum. Bundan daha doğal ne olabilir? 

Neyse, şimdi nihayet esas konumuza geliyorum.

Yüz saattir size diziden sezon sezon hangi sebeplerle uzaklaştığımı anlatıyordum. Şimdi de, Russell T. Davies'in tekrar dizinin başına gelmiş olmasının bende yarattığı, ama yaratmasını pek istemediğim heyecanında sıra. Russell T. Davies'in yazdığı ilk 4 sezonda çok tırt hikayeler vardı evet, niye izledik ki bunu dediğim bölümler yani, ama ne olursa olsun bir bütün olarak o kadar seviyorum ki o ilk 4'lüyü.. Her türlü dandikliği göz ardı edebilecek derecede bir sevgi aslında. Belki hayatımda buna ihtiyacım olan bir döneme denk gelmiştir (10 yaşımdan başlayarak, gençliğe ilk adım atışım ve kendi özel hayatımda bu dönemi aşırı güzel anamamam) ve bu yüzden bu kadar irrasyonel bir sempatim vardır o döneme karşı. Şimdi de bu dönemin tekrar canlanması ihtimali.. 

Davies'in Doctor Who'dan önceki ve sonraki birçok işini seyrettim. (Bu blogda yer verdiğim Years and Years yazısını okumak istersenize buyrun) Genelde cinsiyet konuları ve kendisinin de bir parçası olduğu LGBTQ+ topluluğunu ya direkt konu olarak, ya da yan konu olarak aldığı bu işler kalbime Doctor Who kadar dokunmadı evet, muhtemelen benim şahsen alakam veya direkt olarak sorunum olmadığı için, ama yine de bir hikaye anlatıcısı olarak karakterleri, olayları insana işleyişi çok romantikti. Her duyguyu barındıran ve hissettiren öykülerdi. 

Doctor Who'da böyle konuları açık açık geçirmedi aslında. Sadece evrenin ne kadar büyük olduğu, ve bu koca evrende her şeyin var olabileceği gerçeği vardı dizide çaktırılan. Panseksüel Jack Harkness belki de açık açık gösterilen tek varlıktı. 

Şimdi bu değişecek mi acaba? Yeni başrolümüz Ncuti Gatwa'nın eşcinsel oluşu (ki çok kabaca olacak ama Ncuti'nin cinsel kimliği hakkında pek bir bilgim yok, instagramından röportajlarından anladığım kadarıyla bu söylediğim), daha dün falan diziye dahil edildiği duyurulan trans bir kadın olan Yasmin Finney hikayede bu yönleriyle mi yer alacaklar? Sonsuz olasılıktan oluştuğunu zaten bildiğimiz bir evrende, şimdiye kadar Doctor'un cinsel kimliği konu alınmamışken bunların önemi olacak mı? Bir yanım yoo ne değişti, neden önemi olsun ki diyor, öbür yanım da dünya 2005'teki dünya değil, çok şey değişti, birçok konuda farkındalık arttı, belki de RTD bu insanların kendi kimlikleriyle dizide var olmalarını ister diyor.

Peki tüm bunlar bir yana;

  • DAVID TENNANT LONDRA SOKAKLARINDA NEDEN LACİVERT PALTOYLA DOLAŞIYOR?? *tık*
  • Wilf dedemiz, yazık, adamcağız neden tekerlekli sandalyeyle çekimlerde var? *tık*
  • Yasmin Finney'in gül paylaşımı, sadece bu sezonun Rose'u olduğuna mı işaret yoksa gerçekten Rose'un bir başka versiyonu mu? *tık* *tık* Ya da belki gerçekten Donna'nın kızıdır? *tık*
  • RTD'nin instagramında paylaştığı postta verdiği ihtimaller sadece heyecan yaratmak için mi yoksa gerçekten bunlardan biri mi yaşanacak? *tık*
  • 10'dan başka kim var? 11'i getirirler mi? 9 ve 12'yle anlaşılabilir mi? 10 zaten bizim 10 mu ki?? Hikayede 13 yer alır mı? NOLUR ALSIN YA, düzgün diyaloglara ve hikayelere oynayan bir 13 izlemeyelim mi, hakkımız değil mi? 

YA ben bunlara heyecanlanmak, kafamda ihtimaller üretmek istemiyorum aslında. Neden? Sonrasında hayal kırıklığına uğramamak için. Hayatımı hayal kırıklığı yaşamamak üzerine şekillendiriyorum zaten çok uzunca bir süredir. 

Garantici olmak çok şey.. Asla gerçekten her şeyi bir kenara bırakıp mutlu olamıyor insan, ya bir şey kötü giderse, ya bu durumdan hoşlanmazsam diye diye anı yaşayamıyorsun. 

Olsun be, çözeceğiz bu durumları da.. 14.sezon bir gelsin de.. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

The Heirs / ALLAH'IMA BİN SÜKÜR BİTTİ / Adeta bir fanfiction...

Liar Game / Japonya

Reply 1994 / Bu diziyi yazanı bir elime geçireyim var ya....................