My Liberation Notes
Bir gün gözlerimi açıyorum ve aklımda sadece Derry Girls var, sonraki sabah My Liberation Notes dilimde. Sıraladığım onlarca okunacak kitap, güya yapılacak çizimler, yıllardır boş kalmış portfolyom için oluşturulacak konseptler.. Aklımdaysa devamlı yazmak var, bommboş yazı yazmak istiyorum, günlük de değil, yorum, herhangi bir şey hakkında alakasız yorumlar.
Kafamı boşaltmaya çalıştığım, aylardır gördüğüm terapimi bırakışımı sindirmeye çabaladığım şu son birkaç günde, yüzümde naif bir tebessüm bırakan bir diziden bahsetmeye geldim bugün. Kafam aslında yıllardır yoğun bir bulamaç halindeydi, yavaş yavaş temizlediğimi hissediyorum yine de bu ara. Bu bahsettiğim; yıllar süren bulamaç sürecinde psikolojik yapımları izlememeye çalışıyordum. Yabancıların 'healing drama' dedikleri, belki de iyileştirici, veya terapi dizileri olarak Türkçe'leştirilebilecek (!) olan diziler de bana hep psikolojik olarak ağır gelmiştir. Ki dediğim gibi bayadır da izlemiyordum. Normal bir insan olmak için çabalarken, normal insanlığa dönüşümü My Liberation Notes ile başlatmışımdır belki de. Diziyi izlerken nedense kafamda hep İşte Öyle Bir Şey çaldı.
Taşrada yaşayan üç çocuklu bir ailenin etrafında geçiyor dizi. Cefakar anne baba, hepsi de şehirde çalıştığı için her gün saatlerini yolda geçiren büyük kız, ortanca oğlan, küçük kız. Kore yapımlarında en çok hoşlandığım şey aile yapılarımızın ve yaşam tarzlarımızın çok benzemesi aslında. Her Allah'ın günü trenle 29 durak, artı bir de otobüs yolculuğu çeken çocukların ayrı eve çıkmamış olmaları çok Türkiye gerçekten.. Bir de evde mevsimlik olarak ailenin tarla ve atölye işlerine yardım eden Bay Gu isimli bir de çalışan var, ki ismi de dahil olmak üzere hakkında neredeyse hiçbir şey bilinmiyor. Diziye ismini veren 'Özgürlük Notları' ise evin küçük kızı Mi Jung'un şirkette herkesin katılması için zorlanan kulüplere katılmayıp, kendisi gibi hiçbir şey dahil olmak istemeyen iki abiyle kurduğu bir kulüpten geliyor. Arada bir buluşup, hislerini defterlerine döküyorlar, defterlerinin adı da Özgürlük Notlarım işte.
Öncelikleee.. Nereden başlasam bilemiyorum, hadi şu nokta olsun; diziyi olabildiğince yüksek hızda izledim evet, ama gerçekten içime işledi. Yüksek hızda izleme meselesi hem youtube, hem netflix'te sunulan bir seçenek, ve kimileri bunu yapıma saygısızlık olarak görüyor. O kadar uğraşıp çekmişler, bunu hemen tüketmek için orijinalinden farklı bir hızda ve tempoda seyretmek neden gibi düşünülüyor sanırım. Fakat öyle değil, olay sırf bu olmasa da vaktim olmayabilir, buna rağmen izlemek istiyor olabilirim mesela.. Ya da benim için daha geçerli olan bir şekilde yavaş izleyince bayıyor olabilir. Hikayeyi görmek istiyorum, bağlandığım, empati ve sempati beslediğim karakterlerin neye nasıl tepki vereceğini merak ediyorum, ama bunu yüz saatte izlemek istemiyorum. Ay ne bileyim, mantıklı veya değil, böyle bir durum işte.
Kardeşlerden tek tek bahsedeceğim biraz da. Doğal bir şekilde favorim olan Mi Jung'u sona saklayacağım.
Ablaları Ki Jung'un anladığım kadarıyla yaşla gelen bir bunalımı var. Anksiyete, gelecek korkusu, yaş aldı gidiyor paniği, kimse değilken ben neden yalnızım mutsuzluğu, karşılayamadığına inandığı beklentiler. Anladığım kadarıyla yavaştan 40'lı yaşlara yaklaşıyor, ve benim daha 24'ümde yaşadığım birtakım panikler bunlar. Belki de bu yüzden empati kurabilirim sandım ama gerçekten 40'larıma yaklaşmadığım için anlayamayacağım şeyler vardır belki de, yine de genel olarak çok şımarık ve sinir bozucu buldum kendisini ne yalan söyleyeyim.. Ya kaç yaşında kadınsın, gelip evde yan yatmalar, herkes çatmalar, a dediğine b diyen herkesi yerin dibine sokmalar, ya sen kimsin, kendini ne sanıyorsun? Evin büyük çocuğu olmak böyle bir şey herhalde, evde buna sunulan her şeyi dışarıda da sunsunlar, tüm dünya bnuu pış pışlasın istiyor. Lee El'i bayağıdır dizideki gri ya da beyaz karakter olarak izlememıştim. Burada da bembeyaz değil ama en azından kötü diyebileceğim şeyler yapan veya başkalarına zarar verme ihtimali olan birisi değil. Rolünün hakkını vererek oynuyor. Yalllnız, NİYE SAÇINA PERMA YAPTIRIP DURUYOR Kİ..- The Best Divorce'da Sense8'den ötürü çok yakıştırdığım ve devamlı seyretmek istediğim Bae Doo Na yerine bir başkasıyla çift olması henüz Sense8'i üzerinden atamamış olan bana ağır ve zor gelmişti, diziye de odaklanamadım ve bıraktım (şimdi oturup izleyeceğim bu arada, kaç sene geçti sonuçta)
- Designated Survivor konusu ilginç geldi diye başladığım ve Son Suk Gu'nun tatlı bir sürpriz olduğu bir diziydi. Hikaye akarken bir yandan da Youngjin ve Soojung ilişkisi kuruyordum kafamda. Dizinin ciddi atmosferine çok yakışan bir sonları vardı. Pişman ya da eksik hissederek ayrılmadım oradan da.
- D.P.'deki orospu çocuğu kıdemli subay karakteri çok iyiydi. Tabi orada romantik bir hikaye olması imkansızdı yani ne alaka sonuçta..
Sevgili Dedektif Mun (Bay Gu), sen ciğerinin de, benim de ağzımıza ettin ve beni delirttin ama ne yapalım.. Geçmişini seyrettiğimiz sahneler biraz şeydi.. Sıkıcı. Geçmişini görüp tanımak değil, yaşananların ciddiyeti, daha doğrusu ciddiye alınma seviyesi aahsdh Ayyy biliyorum çok ciddi olaylar var da, needdddeeeen diye çığlık atmak istedim. Mafyatik işleri genel olarak gülünç buluyorum, her kapsamda. İnsan gibi oturup konuşmak varken niye çocuk çocuk belde silah eller yumruk olmuş kavgayla dayakla çözülüyor ki işler? (anti savaş diyince ben..) Tabi biliyorum dünya böyle işliyor falan da, öf ne bileyim saçma işte. Gu'cuğumun zaman atlaması sonrasında gece kulübü yönetirken karşısına oturtulan bebeğe kadeh kaldırması sahnesi çok absürttü ve gerçekten böyle absürt olması gerekliydi zaten. Bir de son bölümde Mijung’la sssssaçma sapan konuştukları sahnelerde hem alkol alınmış hem saatlerce dışarıda kalınmış gibi bir hava vardı suratlar kıpkırmızı hasdhh
Mijung'un özgürlük notlarından kendine dersler çıkarması ve mutluluğun minik şeylerde olduğunu anlaması çok güzeldi. Sonuçta mutluluk ne ki? 7/24 mutlu olan canlı var mı? Yaşıyoruz ve bir şeylere tutuluyoruz, tutunuyoruz. Günler geçiyor. Yaşadıklarımızı kendimize zehir etmeden, yok yere yorulmadan geçirebiliriz. Nefes almak da bir şükür sebebidir, hep şükrederek yaşayalım demiyorum, bu şükür meselesinin ne kadar dallanıp budaklandığını, nerelere çekildiğini ve bundan zevk almanın ne kadar yetersiz gelebildiğini biliyorum, depresyonun pençesindeki birine ama bak hala hayattasın niye depresyondasın demek kadar saçma bir şey yok. Ama işte, her zaman 10 adım ilerisini hayal etmek ve ihtimallerle mutsuz olmak, ya da hayattaki her anının sana batması, tüm bunların içinden çıkamamak yanında mutsuzluğu da getiriyor. Mijung'un hepsinden sıyrılmak için verdiği çaba takdiri ve saygıyı hak ediyordu.
'Günde 5 dakika ayır kendine. Sabah markete uğradım, küçük bir çocuğa kapıyı tuttum ve teşekkür aldım. Bu beni 12 saniye boyunca mutlu etti.'
Velhasıl, diziyi gerçekten çok sevdim. Cho Taehun (Kijung'unki)'u çok mal buldum, nereden geldiğini aşağı yukarı anlıyor olsam da özgüvensizliği çok yorucuydu. Gu'nun durmadan Mijung'a 'bana o uyuz ekip şefinin adını ver aldırıyım bizim çocuklara' tarzı söylemlerde bulunması eğlenceliydi, tabiki kızımız bu olayı kendi başına çözecekti. İyisiyle kötüsüyle su gibi aktı. Ha bir süre bu kadar yoğun bir şey daha izlemem diye düşünüyorum o başka.
Yorumlar
Yorum Gönder